Farkında olsak da olmasak da günlük hayatımızda ikna ve ikna becerilerimiz hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Ev ortamımız, iş ortamımız, sosyal hayatımız başta olmak üzere sürekli ikna ile yüzyüzeyiz. Ergen yaşta çocuğu olanlar bilecektir, bazen 17 yaşındaki kendi çocuğumuzu bile bir yere götürmeye çalışırken önce ikna etmek gerekir. Ya da yaşı küçük bir çocuğu bulunduğu oyun ortamından ayırmak ebeveynler için ciddi ikna becerileri kullanılan anlardır.Dolayısıyla karşımızdaki 4 yaşında bir insan da olsa, bir yetişkin de olsa, ikna aslında iletişimin ve becerilerimizin bir parçasıdır ve iletişimin olduğu her yerde ikna da olabilir veya bazen olması gerekir.Çünkü ikna , bizim karşımızdakiyle hangi yöntemi izleyerek ve uzlaşı sağlayarak bir eylemi başlatmak veya sonlandırmak için ihtiyaç duyduğumuz bir araçtır.
İknadan bahsederken de tek bir ikna yönteminden bahsetmek mümkün görünmüyor. Her insanın ikna olma yolu ve yolculuğu farklıdır çünkü. Dolayısıyla iknayı tanımlamaya ve anlamaya çalışırken bunun karşındakini yenmek veya fikir üstünlüğü sağlamak olarak değerlendirmek yerine karşımızdakine doğruları ve/veya gerçekleri anlatarak, göstererek, bazen de yaparak bir bir anlaşma sağlama üzerine inşa edilmiş bir “uzlaşma becerisi” diyebiliriz sanırım. Evet bir beceridir çünkü ikna, bizim esneklik, bilgi,iletişim yeteneğimizi kullanmamızla ilgili bir şeydir.
İkna becerimizi kullanmaya ihtiyaç duyduğumuz durumlarda çoğu zaman, aklımızda olanı veya bir iş yerinden bahsediyorsak yeni bir planı,kendi tarafımızda iyice ve detaylı bir şekilde olgunlaştırıp şekillendirmemiz gerekir diye düşünüyorum. Çünkü ikna birçok zaman bizim yapmak istediğimiz bir şeye karşımızdakini de katma ve birlikte daha iyi bir şey yapma veya yaratma çabasıdır, ya da en azından şu an bu bağlamda yorumlanmaktadır. Bunu yapabilmek için de herşeyden önce karşımızdakinin de kafasında bir “istek yaratmak” çok değerli ve hayatidir.Bu istek yaratıldığı zaman ve konunun nedenleri,gerekliliği,önemli karşı tarafca da anlaşılacak ve bu artık ortak bir hedef veya plan haline dönüşecektir. Dolayısıyla ikna etmeye çalışan tarafın çoğu zaman zorlayan değil, yol gösteren ve rehberlik eden bir konumda olması, ve karşı tarafı da harekete geçirdiği oranda ikna gerçekleşmiş ve ikna becerisi kullanılmış olacaktır. Burada iknanın özellikle liderlikle de çok yakın bağlantılı olduğunu eski yazılardan birinde bahsettiğim referans ile hatırlamak gerekir. İş yaşamından örnek verirken yöneticinin güçünü organizasyon içinde tanımlanmış yetkilerden, liderin ise gücünü ikna kabiliyetinden aldığını, çünkü liderliğin bir ikna sanatı olarak da tanımlanmakta olduğunu ve ikna edebildiğiniz oranda kitleleri etkileyerek meşruiyet kazanıldığından bahsetmiştik. Dünyada karizmatik liderlerde bunu net olarak görmekteyiz.
İşin içinde ikna olduğu zaman ona direnç de eşlik edebilmektedir. İletişim tarafından bakıldığında “Dirençli insan yoktur, esnek olmayı bilmeyen iletişimci vardır” şeklinde yorumlara rastlamaktayız. Bu noktada da yani iletişim tarafında da önerilen yöntem, zorlamadan ve ikna etmeye çalışır görüntüsü vermekten çok uzlaşma arayıcı tutumu karşı tarafa hissettirmek, ve farklı olan düşünce veya tutumu yok saymamak gerektiği belirtilir. Jules Payot’un, “İrade Terbiyesi” kitabında “İkna etmek için kınamanın pek faydası yoktur, önemli olan yapıcı olmaktır”dediğini de unutmamak değerlidir.
Herkes, her zaman, herkesi ikna edebilir mi? Elbette hayır.Öte yandan bu beceriyi aktive ederken başlangıç noktası çoğu zaman karşımızdakine saygı ve onu olduğu gibi kabulle başlanır denilmektedir. Karşıdakinin düşüncesini veya olduğu noktayı anlamadan, sadece kendi kafamızdaki doğru ile karşı tarafı ikna etmeye çalışmak çoğu zaman karşıdakinin anlamlandıramayacağı argümanlar silsilesi olarak bir kulaktan girer, diğerinden çıkar ve herhangi bir düşünce veya davranış değişikliğine sebep olmaz.
“Hiçbir şey yenmek kadar saçma olamaz; gerçek zafer ikna etmektir.”
Victor Hugo