Kaybetmememiz gerekenler üzerine kuru gürültü...

Çocuklar ve gençler kolay yetişmiyor... Belki kolay doğuyor çoğu zaman ama konu bir çocuğu hayata getirmekten ibaret değil ve olmamalı. Çocuk demek bir sonraki nesil demek dolayısıyla çocuk yetiştirenlerin bunu basite indirgemesi ve normlar gereği resmileştirilen birlikteliklerin olması gereken bir ürünü olarak görmesi çok önemli bir konuyu önemsizleştirmek olur.

Çocuklar bu ülkenin geleceğidir. Ama bu cümleyi siyasilerin diline pelesenk olmuş altı boş bir cümle olarak değil, altını biraz doldurarak ifade etme çabasında olacağım.

Çocuk demek geleceğin gençleri, geleceğin yetişkinleri demek.

Onlara bugün öğretmediğimiz herşey, sonraki nesillere eksik olarak geçecek, daha “az” bir ülke daha “eksik” bir toplum olmamız demek.

Onlara bugün örnek olup öğretemeyeceğimiz saygı, ilerde saygısız ve  tahammülsüz bir toplum demek,

Onlara bugün veremeyeceğimiz özsaygı ve özgüven gelecekte kendiyle, kendiliğiyle  sorunlar yaşayan yetişkinler demek,

Onlara bugün aktaramadığımız sevgi, ilerde sevgisiz, güvensiz bireylerin sayısını artırmak demek,

Onların bugün öğrenemeyeceği ingilizce, yarın toplumda başka ülkelerle iletişim kuracak insan sayısının azalması demek,

Onların bugün öğrenemeyeceği toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, yarın toplumda artan şiddet demek, cinayet demek,

Onlara bugün veremeyeceğimiz uzlaşı kültürü ileride Kıbrıs meselesini çözecek nesillerin donanımsız kalması demek....

Bu ülke 6 Şubat’ta, bu topraklarda yetiştirdiği çocuklarını, gençlerini başka bir ülkede enkaz altında yitirdi. Bu acı olay trajik kelime seçimleriyle ifade edilmenin ötesine geçip, bir daha bu derin üzüntüler yaşanmasın diye somut adımlar atmaya dönüşecek mi henüz bilemiyoruz ancak yapabileceğimiz tek şey elimizde kalan çocuklara ve gençlere nasıl bir eğitim ve nasıl bir hayat sunacağımızı planlamaktır.

Bu toplumun hafızasında  “acı”  olarak kayıtlı 1960lar ve 1970ler döneminde ülkedeki o zamanki çatışma ve savaş hali bir çok konuyu justify eden yani haklı çıkaran bir durumdu...Hamitköy’de çadırlarda olmak tamamdı, geçiciydi, Happy Valley’de çadırlarda doğmak veya olmak hayat kurtarıyordu.Esas motivasyon hayatta kalmak olduğu için de şartlar bunu gerektidiği için ve başka çare de pek olmadığı için zamanın ruhu bunu kabul edilebilir kılıyordu.

Şimdi de çok parlak şartlarda yaşamıyoruz ancak şu anda çocuklara ve gençlere sunduğumuz olanaklar ve hayat ne kadar kabul edilebilirdir...bilemiyorum. Bu topraklarda yetişen bir çok genç ülkesinden gidiyor ve bizim hala gidenlerden kaçının geri geldiğini, kaçının gelmediğini, neden geri gelmediğini açıklayacak verilerimiz ortada pek yok. Çocukların ve gençlerin önemini anlayabilmek için acı olaylar yaşamayı beklemeden, kaybetmeden, onları kazanmak ve daha güçlü bir şekilde var etmek için hepimizin sorumluluğu çok fazla. Ve bu sorumluluk sadece devlet mekanizmasına bırakılmayacak kadar da önemli.Dolayısıyla bireyler olarak bir çocuğun veya bir gencin hayatına dokunabilmek için elimizden ne geliyorsa yapmaya, bildiğimiz ne varsa onlara aktarmaya, onları yetiştirmeye devam etmemiz ve bunu bir gün değil her gün yapmamız çok değerli olacak gibi görünüyor.

“Doğduğum yerde ölmek isterdim oradan hiç ayrılmayıp doğduğum evde...”

(Zülfü Livaneli)