Bizim çocuk ve ergen olduğumuz yıllarda IQ testleri çok popülerdi.Test sonucu yüksek çıkanlar gururla puanlarını ilan eder, puanı daha düşük olanlar ise hafif bir eziklikle sessizce ortamdan uzaklaşırdı. IQ(Intelligence Quotient/Zihinsel Zeka) zihinsel, analitik, matematiksel beceriler ile ilgiliyken, çevremizdeki bazı IQ puanı,matematiği, analitik becerileri çok yüksek olanların bir kısmının arkadaş ortamlarında yeni birileriyle tanışmakta, veya arkadaşalarıyla yakın veya dengeli ilişkiler kurmakta ve ekip olarak çalışmakta zorlandığına da şahit olurduk. Bunun neden böyle olduğunu 1990’lı yıllarda hayatımıza EQ(Emotional Quotient/Duygusal Zeka)’nun girmesiyle daha iyi anladık. O çok arkadaşlı,herkesle iyi ve sağlıklı bir ilişkisi olan, iki üç kişiyi bir araya getirerek proje sonuçlandıran matematiği kötü olan çocuğun da Duygusal Zeka’sının yüksek olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Şimdilerde ise IQ ve EQ’nun da bir adım ötesine geçerek SQ (Spiritual Quotient/Ruhsal Zeka)’yı hayatımıza kattık ve zeka dediğimiz şeyin aslında çok soyut ve karmaşık bir yapıda olduğunu ve insanların zeka seviyesinin tek bir test ile ölçülemez olduğunu daha iyi anladık. Gardner’in çoklu zeka kuramı da bize zekanın çeşitli boyutlarını tanıttı ancak burada odak noktası farklı olduğundan bu konuya girilmemiştir.
Konunun uzmanları IQ,EQ ve SQ’nun ortaya çıkmasının sosyal, kültürel ve ekonomik bağlamın dışında düşünülmemesi gerektiğini belirtir. Örneğin IQ, yani zihinsel zekanın 20. Yüzyılda tarım toplumundan bilgi toplumuna geçişte öne çıktığını çünkü o dönemlerdeki ekonomide zihinsel becerilerin yani daha önce “somut” olan “kas gücü” gibi becerilerin yerini daha “soyut” ve “us gücü” gerektiren zihinsel becerilere olan ihtiyacın yükselmesi ile ilgili olduğunu söyler. İlerleyen on yıllarda özellikle iş yerleri ve iş modelleri değiştikçe ve insan ilişkileri ile ekip çalışması ve bu ekiplere nasıl özellikler taşıyan liderlerin yön vereceğini önem kazandıkça Zihinsel Zeka(IQ)’nın bütün sorunları çözmediği ortaya çıktı ve hayatımıza bu kez Duygusal Zeka(EQ) kavramı girdi.
Duygusal Zeka(EQ) Peter Salovey and John D. Mayer tarafından “kişinin kendisinin yanı sıra başkalarının duygularını da gözleme yeteneği, onları ayırt edebilme ve bu bilgiyi düşünce ve davranışlarına rehber olarak kullanabilmesi” olarak tanımlamış sonrasında da “nezaket” “saygı” ve “birbirini kabullenme” becerilerini de EQ’nun tanımına eklemiştir.
Duygusal Zeka kavramını daha da popüler hale getiren kitabın yazarı Daniel Goleman’a göre duygusal zeka, çok özetle, öz bilinç,motivasyon,empati, sosyal beceriler ve duygu yönetiminin bir arada olması becerisi/zekası olarak tanımlanır. Daniel Goleman’ın kitabı daha çok iş ortamına yönelik olarak kavramsallaştırılmış ve o yıllarda dönemin İnsan Kaynakları Yönetimi uzmanları tarafında fazlaca ilgiyle karşılanmış, incelenmiş, bu beceri geliştirilmeye çalışılmış ve iş yerlerinde Duygusal Zeka eğitimleri verilmeye başlanmıştı. Duygusal zeka geliştirilebilecek bir beceri olarak tanımlanırken, yapılan araştırmaların duygusal zekası yüksek kişilerin çevreleriyle uyumlu,daha mutlu, kişisel yeteneklerinin farkında,ilişkilerini yönetebilen, duygularını kontrol edebilen, kendilerinin ve çevresindekilerin(gerek sosyal ortamda gerekse iş ortamında) motivasyonunu artırabilen, öz güveni yüksek, sorumlu ve sonuç odaklı olduğu savunulur.
Teknolojinin bizi ele geçirdiği, bir çok şeyin anlam erozyonuna uğradığı, gerçek ve doğrunun birbirine karışır hale geldiği Postmodern çağ ile birlikte insanların bir çıpaya, bir anlama tutunma ihtiyacının daha da arttığı dönemde ise IQ ve EQ’nun eksik kaldığı ihtiyacı karşılayan Ruhsal Zeka(SQ) kavramıyla tanıştık. Ruhsal zeka, “kişinin iç dengesi, ilişkilerinin ne kadar karşılıklı olduğu, öz farkındalığının yüksek olduğu, farklılıkların yarattığı zenginliği görebilmek, alçak gönüllülük ve olumsuzu olumluya dönüştürme becerisi” olarak özetle ifade edilmekte. Bazı uzmanlara göre Ruhsal Zeka, zihinsel ve duygusal zekayı da kapsayan ancak bu zekaların ötesinde olan bir zeka türüdür.
Zohar’a göre Ruhsal Zeka 9 temel özellik ile tanımlanmakta. Bunlar; “özbilinç(kendini tanıma yeteneği), kendiliğindenlik( alışkanlıkların,önyargıların dışında düşünme ve hareket edebilme yeteneği), bütüncülük(bir bütünün parçası olma duyarlılığı), şefkat(farklı düşüncede olanlara karşı da aynı insancıl hisleri beslemek), farklılıkları kutlamak(farklı insan,yaşam biçimi vb şeyleri takdir etmek), alan bağımsızlığı(popüler olmamaya yol açsa da, kalabalığa karşı durma yeteneği), kökten sorgulama eğilimi(her şeyin köküne inerek anlama isteği), yeniden tasarlama yeteneği (başarısızlıklardan ders alma ve problemleri fırsata dönüştürme becerisi) ve alçakgönüllülük(kişinin kendisine yardım etmiş olanlara/hayatın kendisine karşı derin minnettarlık hissi duyması)”. Yine Zohar’a göre liderlerin ekiplerini amaçların gerçekleşmesi yönünde teşvik edebilmeleri için ekiplerin ruh hallerini gözlemleyip öncelikle ruhsal ihtiyaçlarını karşılamaları gerektiğinden Ruhsal Zekaya çok ihtiyaç duydukları belirtilmektedir. Teşvik ederken bunu sevgi ile yapmalarının önemi yine karşımızda bir etimoloji süprizi olarak duruyor çünkü “teşvik etmek” kelimesinin ingilizcesi olan “encourage” sözcüğünün kökeninin latince “cor” yani KALP olması, teşvik etmenin kalple,sevgiyle de bağlantılı olduğunun etimolojik bir ıspatı olabilir.
“Zeki misin?Değil misin?” sorusu uzun bir zamandır yerini “hangi zekan yüksek/hangi alanda zekisin?” gibi sorulara bırakmış görünüyor. Cevap ne olursa olsun, bir zeka çeşidinin diğerinden daha yüksek olması hiç bir zeka türünü elbette önemsizleştirmez. Burada önemli olan kendimizi tanımak, bilmek ve tek bir zeka türüne odaklanıp saplanıp kalmamaktır sanırım. Özellikle içinde bulunduğumuz belirsiz, anlam muğlaklığının yükseldiği, doğru ile gerçeğin flulaştığı bu günlerde tutunacağımız bir çıpaya sarılmak da ayrıca önemli olacaktır.
“Yaratıcılık zekanın eğlenmesidir” (Albert Einstein)