Kız evlatlara daha küçük denilebilecek yaşta bir “annelik” rolü yüklenmeye başladığını hepimiz hayatımızın bir döneminde en azından gözlemlemişizdir. Ellerine oyuncak bebek tutuşturup hade bunu yedir, uyut,giydir,altını değiş dönemi eskiye göre biraz azaldı mı emin değilim ancak annelik de özellikle bizimki gibi kültürlerde birçok insan tarafından doğal bir süreçte yaşansa da bir çok kişi için de hala zor ve bazen de dayatma bir rol olarak görülmekte olduğu da bir gerçektir.
“Kutsallık” şemsiyesi altında “annelik” de olmak istemeyene veya olamayanın hayatını daha da zorlaştıran bir şey haline geliyor. Halbuki yeni bir hayatın bir bedende başlaması ve sonra o bedenden ayrılıp ayrı bir birey olarak hayatına devam etmesi kutsallıktan çok biyolojik ve genetik bir şaşkınlıktır bence. İnsan bedeninin böyle bir becerisinin olması evet değerli bir şeydir ancak kutsallık ve benzeri kavramlar kadınları baskılamak ve kısıtlamak için kullanılmamalı ve buna gereğinden fazla anlamlar yüklenmemelidir.
Lise döneminde arkadaşlarımdan biri daha 16 yaşındayken asla anne olmayacağını, kesinlikle çocuk istemediğini söylerdi. Dediğini de yaptı, yani yapmadı, evlendi ama çocuk istemedi, kendi çocuğu olmadı ama yüzlerce çocuğa öğretmenlik yaptı;
Taşıyıcı anneden çocuk sahibi olan, ve çocuğunu tek başına büyüten ve “annelik” yapan babalar da artık daha yaygın;
Biyolojik olarak çocuk sahibi olması mümkün olmayan iki hemcins aile mensubu da (henüz bizim ülkemizde resmi olarak olamasa da) çocuklara mükemmel “annelik” yapabiliyor;
Yani aslında “annelik” dediğimiz şey de o kadar siyah ya da beyaz yani cinsiyetle veya fiziken doğum yapıp yapmamayla bağlantılı olmayabiliyor. Burada annelik diye tanımlama yaparken daha geniş bir pencereden bakıp, bir canlıya(örneğin bir kediye veya köpeğe) bakmak, yetiştirmek,sevmek de olabilirken; yine doğan bir çocuk gibi kişinin kendi üretimi veya yaratıcı sürecinin sonucu olan kitabı, şiiri, müziği yaratarak bu eseri hayata diğer insanlara sunmak da bir nevi “annelik” değil midir?Annelik bir ruh durumu olabilir mi? Üzerinde düşünülebilir.
Agah Aydın “annelik içgüdüsü” diye bir şey olmadığını, bunun tamamen kültürle ve normlarla ilgili olduğunu söyler. Onun tanımına göre içgüdü “Türün bütün bireylerinde eşit olarak ortaya çıkan davranış kalıbı”dır ve bu tanım üzerinden gidilirse tüm annelerin aynı şekilde davranması gerektiğini ancak bunun böyle olmadığını söyler.
Ben kendi adıma kısıtlı çevreme baktığım zaman bile, anne olmak istemeyen insanların olduğunu, anne olduktan sonra bebeği emzirmek istemeyen ve bunu reddeden kadınlar olduğunu biliyorum ve tüm bunlar da kabul edilebilir ve doğal olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bazı insanların bu potansiyeli var iken anne olmamayı tercih etmesi de kabul edilebilir olmalıdır. Evlilik imzasını henüz atmış genç insanlara sürekli “ne zaman çocuk sahibi oalcaksın? Niye hala çocuk düşünmüyorsunuz? gibi sorular çok tehlikelidir. Çünkü bu bazen ebeveynler hazır olmadan dünyaya çocukların gelmesine sebep olabilmekte ve psikoloji olarak “anne/baba” olmaya hazır olmayan kişilerin çocuk sahibi olduktan sonra ciddi sorunlar yaşamasına(kadınlarda doğum sonrası depresyon gibi) ve ruhen sağlıksız çocukların büyümesine sebep olabilmektedir.(etrafımızda ne kadar çok böyle insan var değil mi??) Diğer bir tehlike de farklı sebeplerden dolayı çocuk sahibi olamayacak kişileri bu tür sorulara maruz bırakmanın o kişiler üzerinde yaratacağı stres veya baskı duygusuna sebep olmaktır. Dolayısıyla kimsenin ne olmak istediği veya istemediği konusu kimseyi ilgilendirmemelidir diyebiliriz.
Bizim gibi kültürlerde “norm”lara karşı gelenler başkaları tarafından “a-norm”al olarak görülse de anne olmak istemeyen insanların var olduğunu, anne olmak isteyip de olamayan insanlar da olduğunu bir dakika bile aklımızdan çıkarmamamız çok önemli ve değerlidir çünkü anne olmak bir zorunluluk değil, bir tercihtir.
"Aman dikkat! Çocuklarına nefes alanı bırakmayan sevgi faşisti annelerden olma”
(Elif Şafak-Siyah Süt)