Hayatımıza bir anda girip tüm bildiklerimizi yeniden düşünmemiz gerektiğini hatırlatan  Pandemi dönemi ile birlikte Dayanıklılık gibi  önem kazanan diğer bir kavram Dayanışma oldu. Bir toplum bilimi terimi olan dayanışmayı sözlükler “bir toplumu oluşturan bireylerin duygu ve çıkar birliği ile birbirlerine karşılıklı olarak bağlanmaları ve her konuda destek olmaları” olarak tanımlar. Sokağa çıkma yasaklı karantina günlerinde bireylerin evlerinde pişirdiklerini birbiriyle paylaşmaları, zor durumda olanlar için daha organize yardımlarının yapıldığı  toplumsal dayanışma örneği günleri yaşadık. Yavaş yavaş işimize geri döndükten sonra bir taraftan belirsizlikler ve korkular yaşarken diğer taraftan iş yerlerimizde birbirimizle dayanışarak normale dönmeye başladık. Göremediğimiz ailemizi, dostlarımızı dijital teknolojiyi kullanarak yalnız bırakmamaya çalıştık, sosyal dayanışma içinde olduk.

Dayanışmanın tetiklenemesine bazen olumlu bazen de olumsuz şartlar sebep olabiliyor. Pandemi dönemi başlangıcındaki belirsizlik,bilinmezlik, hayata dair kaygılar, hastalık korkusu, ölüm korkusu gibi güçlü olumsuz ve bilinmez duygular bireyleri birbirine mesafeli bir şekilde kenetlemişti. Bu,  şartlar gereği içten gelen, kendiliğinden olan bir dayanışma şekliydi. Bir taraftan ihtiyacı olanla dayanışma isteği duyarken, diğer taraftan da karşılaştığımız her  kişiyi potansiyel bir covid bulaştırıcı olarak gördüğümüz anlar da bizi sürekli kaotik duygular içinde bırakmıştı. Bu tuhaf günlerde bile “herşey insanlık için!” telkiniyle kurtarıcı duygumuza geçebildik. Bu kurtarıcı duygu elbette “umut”’tu...

İnsan evladı şartlar kötü olduğunda umutsuzluğa meyilli gibi dursa da özünde umut etmeye programlanmış gibidir sanırım.  Bizim kültürümüz de buna yardımcı bir yapıda görünüyor. Gerçekleşmeyen beklentilerimiz ve planlarımız  için  “her olmayan işte bir hayır vardır” deyip geçebiliyor, bazen olayları akışına bırakabiliyor bazen de gerçekleştirme umuduyla çabalamaya devam ediyoruz. “Umut en son ölür” de bu gibi anlarda kurtarıcı motto’dur. Sürekli umut etme hali de kendi içinde tartışmalı bir konu gibi duruyor. Bazen sürekli bir umut etme hali bizi eylemsizlik içine de sokabiliyor, bir gün düzelecek, bir gün hallolacak şeklindeki bir beklenti/umut bizi hiç bir şey yapmamaya da itebiliyor.Dolayısıyla “umutsuzluk” ve “umut etmekten vazgeçmemek” aslında birbirinden çok farklı olabiliyor.Madalyonun diğer tarafını çevirip biraz da karanlık tarafa geçtiğimiz zaman ise belki bazen, bazı anlarda, umut etmeyi bırakıp herşeyin dibe vurduğunu kabul edip, birçok şeyi yine ve yeniden düşünüp kurgulamamız gerekiyor diyebilirmiyiz? Belki evet...belki hayır... Tam da bu ikilemle bağlantılı oalrak bir yerde okuduğum “kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır”  cümlesi de zaman zaman üzerinde düşünme kaldırabilecek bir cümledir.

Pandemi iki sene önceki belirsizlik halini artık korumasa da, bu günlerde toplum olarak dayanışma içinde olmamız gereken mevzu “umut etmekten vazgeçmemek” olabilir.Elbette bu noktada yine hiçbir şey yapmadan pasif bir şekilde beklemenin pek bir faydası olmayacaktır. Ortak sorunlara çözüm bulabilmek için dayanışma içinde olunabilecek farklı yöntemler üzerinde düşünmeye, bir araya gelmeye ve fikir üretmeye başlamamız değerli olacaktır.

Nerede yaşıyorsunuz? Sorusunun cevabında bile, Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs, KKTC, Kıbrıs’ın Kuzeyi, Ada yarısı gibi alternatif opsiyonlar altında ayrışabilen  ada insanının, yaşanılacak daha iyi  bir ülke talebiyle  bir araya gelerek,hep birlikte ses çıkarması son zamanlarda ülkede umuda ve dayanışmaya dair görülen en somut örnekti demek çok da yanlış olmayacaktır. Hayatta bir çok şey belirli bir çaba sarfetmeden bizim olmuyor. Daha iyiye, daha doğruya ulaşabilmek için dayanışmak, umut etmek, susmamak ve vazgeçmemek gerekiyor sanırım. Şu an kimin söylediğini hatırlayamadığım “ya ümitsizsiniz, ya da ümit sizsiniz” cümlesini de tam da böyle anlarda hatırlamak da iyi geliyor.

“Umut, uyanık insanların rüyasıdır”

(Aristoteles)