Öngörü yapmanın daha da zor olmaya başladığı  pandemi dönemiyle birlikte Liderlik konusu da diğer her konu gibi yeniden gözden geçirilmeye ihtiyaç duymakta. 20. yüzyılın liderliğininin kontrol, düzen ve öngörü şeklinde özet bir tanımı yapılabilirken, 21. yüzyılın  değişken dünyasında, özellikle de pandemi sonrası dönem ile birlikte  kontrol edilemeyen, düzenlenemeyen ve öngörüde bulunulamayan bir ortamda herhangi bir organizasyonda liderlik rolünü devam ettirmek eskisi kadar kolay görünmüyor.

Liderlik konusu derin bir okyanus gibi, farklı liderlik tarzları üzerinden, liderlerde olması gereken özellikler üzerinden veya lider doğulur mu? Olunur mu? tartışması üzerinden binlerce yazı, makale yazılan ve  araştırma yapılan ve yapılmaya devam edilen bir konu olarak hayatımızda, daha doğrusu bu konu ile ilgilenenlerin hayatında yer almaya devam ediyor.

Liderliğin ne olduğunu anlamaya çalışırken “yönetici” ve “lider” arasındaki farklılıklar üzerinden tanımlamalar da hep yapılmıştır. Bu farklar listesi de çok geniş bir konu olmakla birlikte kabaca yöneticilerin genellikle görevlerine birileri(bu bir kişi veya kurum olabilir)tarafından getirildiğini ve gücünü organizasyon içinde  tanımlanmış yetkiler ve/veya yasal yetkilerle aldığını, liderin ise içinde bulunduğu grupta doğduğunu/ortaya çıktığını ve gücünü ikna kabiliyetinden aldığını söylemek çok yanlış olmayacaktır.Liderlikten bahsederken,etkileme,ikna,meşruiyet,bilgi,hamaset gibi kavramlar birbiri ardına sıralanırken, birbirleriyle de etkileşim içine girer. Şöyle ki, herhangi bir yapıda kişileri veya kitleleri ikna edebilmek için onları önce etkilemek gerektiği açıktır. Etkileyebildiğiniz oranda ikna edebilir, ikna edebildiğiniz oranda da meşruiyet kazanabilirseniz lider olabilirsiniz. Meşruiyet konusunda düşünürlerin söylediği en önemli şeylerden biri bunu elde etmenin üç yolu olduğudur; Tanrı, Güç ve İkna. Papa değilseniz, Hitler tarzı bir güç kullanmıyorsanız, geriye sadece ikna kalıyor. İkna için de liderin temelde iki şeye ihtiyaç duyduğunu bir çok kaynakta okuruz. Bunlardan birincisi “bilgi” ikincisi de “hamaset”dir. Herhangi bir organizasyonda veya ülkede eğitim, bilgi ve kültür seviyesi düştükçe hamasetin arttığını görürüz.Bu tarz kitlelere hitap eden liderin de çok fazla bilgiye, donanıma ihtiyacı olmayabilir. Tam da bu noktada hatiplerle liderleri de birbirine karıştırmamak gerektiğini unutmamak değerlidir. Uzmanlara göre her hatip bir  liderdir ancak her liderin iyi bir hatip olduğunu söylemek mümkün değildir.

İnsanları ikna edebilme ve etkileme sanatı için özgüven de önemli bir özellik olarak ortaya çıkarken, özgüvenin bir üstü olarak kabul edilen “özyeterlilik” günümüz liderliği için daha öncelikli bir özellik olarak karşımızda duruyor.Özyeterlilik dediğimiz şey hem kişinin kendine duyduğu inanç, kendi hakkındaki yargısı ve kendi haddini bilmekle doğrudan ilişkili görünmektedir. “Haddini bilmek”teki “had” kelimesinin anlamının “sınırlama/sınır koyma” olduğunu hatırlamak önemlidir.Özyeterlilik ve haddini bilmek konusu da büyük ihtimalle Lider güç elde ettikçe, yükseldikçe daha da önem kazanmakta ve otokontrol sağlanması gereken bir duruma evrilebilmektedir. Bununla ilgili en güzel örneklerden biri üniversitede bir hocanın öğrenciye soruya cevap vermesi için kürsüye çağırdığı hikayedir. Bu hikayede öğrenci konuşmak için sınıf karşısına çıkınca hoca bir masa çekerek masaya çıkıp konuşmasını söyler, tam başlayacakken masanın üzerine bir de sandalye koyar, yine tam konuşmaya başlayacakken sandalye üzerine bir de tabure ekleyerek şimdi soruya cevap verebilirsin der. Öğrenci bir taraftan konuşmaya çalışırken bir taraftan da düşmemek için dengede durmaya çalışır ve vereceği cevabı tam da anlatamadan, yeteri kadar ifade edemeden geri  yerine geçer. Dersin sonunda da  hocası “işte böyle  yükseldikçe, konuşmaların,ifadelerin farklılaşmaya başlayabilir çünkü önceliğin söyleyeceklerin değil, olduğun yerden düşmemektir” diyerek dersin ana fikrini anlatır.Burada, özyeterliliği olan, kendi hakkında yüksek bir hükme sahip olan liderin bunu gerçekten bir şeyleri başarmaya odaklı olarak kullanmasının ne kadar önemli olduğunu, olduğu yerden düşmeme stresinin ve önceliğinin  liderde kaygı yarattığını bu kaygının onu otoriter davranmaya itebileceğini anlatarak bunun sonucunda da en başta başladığımız yere yani etkileme aşamasına geri dönerek etkileme gücünü de yitirmeye başladığını söyler.

İş yaşamı perspektifinden liderlik konusunu yukarda bahsi geçen ikna mevzusu ile bağlamaya çalışırsak, yeni nesil çalışanlara da liderlik edebilmek için öncelikle onları etkilemek gerektiğini söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Hata yapma ve insiyatif alma şansının tanındığı, sürekli öğrenmenin sağlandığı ve ekip çalışmasına dayalı bir iletişimin yer aldığı ortamı sunan liderlerle çalışmanın gençleri daha çok etkilediği yapılan araştırmalarda sürekli öne çıkmakta. Bu gençler iş dünyasını hala belirli kalıplar içerisinde kalmış ve kişiyi, bireyselliği kısıtlayan yapılar olarak görmekte, eşitsizliğin ve belirli bir hiyerarşik düzenin olmadığı, herkesin kendini rahatça ifade edebildiği, ekipte herkesin rahatlıkla birbirinin eksiklerini tamamlayabileceği bir ekip yapısı hayal etmekte ve bu yönde çaba sarf eden liderlerden etkilenmektedir.

Liderlik konusuna uzunca süre kafa yormuş çok sevdiğim bir hocamın dediği gibi “Lider denilen kişi bir taraftan bugünü organize ederken, diğer taraftan da ilerisini hayal edip planlamaya çalışan kişidir. Dolayısıyla lider gerekeni yaptığında, onu takip edenler de elinden geleni yapacaktır”.

Gerçek Liderlik, erdem ve liyakata sahip olmayı şart kılar. Gereksiz gövde gösterisi,aslında zayıflığı örtme çabasıdır.Bu nedenle liyakat yerine sadakat aranır zira akılsız köleler sadece itaat ederler...Hitler sadece 12 yıl iktidarda kaldı, bugün Alman’ların utancıdır...Her şey insana yenik düşer, insan da zamana...”(Fazıl Oral)