Post Truth kavramı ilk olarak 1992 yılında Steve Tesich tarafından “The Nation” dergisindeki bir makalede(Government of Lies) kullanılan, daha sonra 2004 yılında Ralph Keyes’in “The Post Truth Era” kitabıyla yayılmaya başlayan, 2016 yılında ise Oxford Sözlüğü tarafından yılın kelimesi seçilmesiyle daha da popüler bir hale gelerek hayatımıza yerleşen ve içinde bulunduğumuz çağa çok da uygun düşen bir kavramdır. Oxford sözlüğü Post Truth’u “nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu’ şeklinde tanımlıyor.
Post Truth kavramı Türkçe’ye farklı farklı şekillerde çevrilmiş olmasına rağmen, çoğu bilir kişi “hakikatin önemsizleşmesi” yani doğruluğun artık bir öneminin bulunmaması olarak tanımlamakta mutabık kalmış görünmektedir. “Yalanın Siyaseti” kitabı yazarı Yalın Alpay “Truth” kelimesinin Türkçe’ye “gerçeklik” olarak çevrilmesi yönünde bir eğilim olduğunu, ancak “hakikat” olarak tercüme etmek gerektiğini, “Gerçek” ve “Hakikat” kavramlarının birbirinden iki farklı şey olduğunu belirtir.Bunu açıklarken de “gerçeğin var olmak için insan zihnine gerek duymadığını, hakikatin ise ortaya çıkmak için insan zihnine ihtiyaç duyduğunu” yazar. Buna örnek olarak da kitabında ““Dünya” gerçek, “Dünya Yuvarlaktır” yargısı da hakikattir(doğrudur)” der.
İçinde bulunduğumuz teknoloji çağı da hakikatlerin/doğruların etkisinin kişisel duygu ve kanaatlerin yanında daha önemsiz bir hale gelmesini kolaylaştırmıştır çünkü bilgi artık bilgiyi aktaranın insiyatifine kalmakta, amaç belirli bir konuda yön vermek, akıl karıştırmak veya manipüle etmek ise bu çok daha kolay hale gelmektedir. Basında neyin haber olup neyin haber olmayacağı geleneksel olarak “haber değeri” kavramıyla tespit edilmekte ve konu kitle ile paylaşılmadan önce genel yayın yönetmeni aracılığıyla bir kontrolden/süzgeçten geçmektedir.Aynı şekilde televizyonlarda yayınlanacak programlar da gerek içerik gerekse uygunluk açısından yine bir yönetmen tarafından süzgeçten geçirilerek kitleye sunulmaktadır. İçinde bulunduğumuz post truth çağında internetin, sosyal medyanın el altında olmasının hedef kitleyi hem bilgiyi tüketen hem de üreten veya aktaran konumuna getirdiğini söylemek çok yanlış olmayacaktır. Artık isteyen herkes dilediğini yazıp, istediği videoyu çekebilmekte, dilediği anda canlı yayına geçip herhangi bir süzgeçe gerek kalmadan bilgi paylaşımı yapabilmekte ve bu bilgi ışık hızıyla yayılabilmektedir. Basit bir örnek verecek olursak, uzman olmayan bir kişi çıkıp falan bitkinin filan hastalığa iyi geldiğini anlatan 2 Youtube videosu yayınladığı zaman, bizler doktorumuza “falan bitki de bu hastalığıma iyi geliyormuş” diyebilmekteyiz.Doktorumuz bunun bilimsel olarak bir kanıtı olmadığını söylese bile videodaki kişiye inanma yönelimimizin daha fazla olması ve o bitkiye ulaşma arzusu duymamız bu duruma bir örnektir.
Post truth kavramını anlamaya çalışırken burada konunun yalan bilgi paylaşmak veya yalan söylemek olmadığına dikkat çekmek gerekir. Elbette yanlış bilgi kullanılabilmektedir ancak esas konu kitlenin bu (doğru)bilgiye verdiği yanıttır, yani bu (doğru)bilgiyi umursamama eylemidir. Öte yandan kitle bu bilgilerin ortada dolanmasından rahatsızlık duymamaktadır çünkü bu bilgiler doğru da olsa kendi görüşlerine veya ön yargılarına uymadığından bu bilgiyi umursamamaktadır. Hakikatin önemsizleşmesi tam da bu noktada devreye girmekte, ve ortada doğru bir bilgi/haber olsa bile kitlenin kendi kişisel kanaatlerine uymadığı için etkili olmamaktadır. Birçok insanın artık hakikatle bağlarının koparılmasından şikayetçi olmadığını da gözlemlemekteyiz. Hepimizin kullandığı facebook gibi sosyal medya platformlarında, hep kendimize benzer kişilerle etkileşimde bulunmakta, kendimiz gibi olanlar arasında yayılan paylaşımları doğru olarak kabul etmekte, veya doğru olmadığını bilmemize rağmen umursamama haline sabitlenebilmekteyiz.
Dolaşımda olan bilgiyi inançlarımız ve duygularımızın etkisiyle olduğu gibi kabul etmemiz, bir adım daha öteye geçip paylaşarak tekrar dolaşıma sokmamız, verileri kontrol etmeden, doğruluğunu sorgulamadan, eleştirel bir bakış ortaya koymadan kabullenmemizin alışkanlık haline gelmesinin ne kadar tehlikeli bir şey olabileceğini siyasette post truth çağının avantajlarını kullanarak propaganda yöntemlerini kullanan ülkelerde görebilmekteyiz.
Herkesin istediği bilgiyi kolayca yayabildiği bu çağda hakikatı(doğruyu) görebilmek ve aramaktan vazgeçmemek için önümüze gelen bilgileri doğru kabul etmeden önce sorgulayıcı olmak ve eleştiriel bakış açısını hep aktif tutmamız her gün daha da önemli olacak gibi duruyor. İnsan evladına bahşedilmiş olan “Akıl” işte tam da bu durumlar içindir diye düşünüyorum. İnançların, kanaatlerin insan aklının önüne geçmemesi için, hakikatten kopmamak için çaba sarfetmeye devam ederek yaşamımızın daha derin bir anlamı olacaktır.
“Sahipleneni az diye hakikate hürmet etmekten vaz mı geçeceğiz?”
(Dücane Cündioğlu)