Sadakat ve Liyakat çoğu zaman birbirinin karşısında duran kavramlar olarak değerlendirilmekte,  iş yaşamında veya siyasi yaşamda kararların sadakate göre mi liyakate göre mi alındığı  bir taraftan tartışma konusu olabilirken diğer taraftan da ilkesel bir duruş  olabilmektedir.Bunun sebebi de liyakatin adaleti sağlayan en temel unsur olduğuna olan inançtır.

Etimoloji sözlüğüne göre “Sadakat” Arap dilinde “şadaka”dan gelmekte ve  “sadıklık, bağlılık” gibi bir anlamı olduğu belirtilmektedir. İş yaşamında, kamu yönetiminde veya siyasette, sözünün üstüne söz söylemeyip, kendisiyle hep uyumlu olabilecek, fikir alışverişi yaptığı ekipleriyle aslında fikir almak için değil kendi fikrini onaylatmak için çabalayan yöneticinin, yönetimde sadakati önceleyen bir profile sahip olduğunu söyleyebilriz. Bu profil birlikte çalışacağı ekipleri seçerken o işi ne kadar iyi yaptığı, mevcut durumu ne kadar ileriye taşıyabileceği gibi kaygıları çok fazla taşımadığı için bu kişileri tanıdık, eş, dost üçgeninden seçme eğilimine girebilmektedir.Çünkü bilir ki bu üçgen her zaman kendisiyle uyumlu olarak hareket edecektir. Sadakate dayalı yönetimlerde kişilerin becerileri, ne kadar ehil oldukları çok önemli değildir.İşler bir şekilde halledilebilmektedir ve burada esas odak kendi belirlediğimiz kişileri sürekli olarak aynı yerde tutmak ve kendi statümüzü korumaktır. Bu durumu siyasal hayata yorumladığımızda, siyaset yapan kişilerin kendilerine sadık kitleler yaratmak için bu kitlelere sağladığı gerek bireysel gerekse zümresel faydaları düşünebiliriz. Bizim gibi küçük toplumlarda da bazı bireylerin oy verirken “evladımı işe almıştı” “şu işimi halletmişti” “düğünüme gelmişti” gibi konulara odaklanıp bu tarz duygusal bağlantı kurduğu siyasilere oy vermesi de yine kitle tarafından hissedilen ve siyaset tarafından yaratılan sadakat ile alakalı bir durumdur.

Öte yandan, liyakatı önceleyen yönetici profiline baktığımızda, kendi düşüncesinin üzerine düşünce/fikir ekleyebilen, yeni fikirler sunan, işin ehli ekiplerle çalışmaya özen gösterdiğini görürüz. Bu  profilin amacı  statüsünü korumak değil, ortada duran işi mümkün olan en iyi şekilde sonuçlandırmak ve bunu sürdürülebilir kılmaktır.Başkasının kendisinden daha iyi bir önerisi olması onu tetikleyen ana güçtür çünkü fikirler yağmurunda ıslanmak onun için büyük bir keyiftir. Bu profil bilir ki kendisi olsa da olmasa da o iş en mükemmel şekilde sonuçlanacaktır.

 Liyakat kavramını incelerken öncelikle yine kelime anlamını irdelemekte fayda olacaktır.Bu sözcük Arap dilinde “lyk” kökünden gelmekte ve “yakışma,layık olma” anlamını taşır.Kelimenin İngilizce karşılığı  “Merit” ise bizi Latince “meritum” sözcüğüne götürür ve yine hak etmek, layık olmak olarak karşımıza çıkar. İşte tam da bu yüzden Meritokrasi kavramı da gerekli fırsat eşitliğinin sağlanması ile kişilerin yetenek ve becerilerine dayandığı, işlerin doğru özellikleri olan kişiler tarafından yapılmak üzere belirlendiği, kayırmanın olmadığı yönetim sistemi olarak kabaca tanımlanabilir. Meritokrasi kültürü ister bir iş yerinde isterse kamu yönetiminde uygulansın burada ana odak kariyer basamaklarında ilerlemenin  bilgi başarı ve yeteneklere göre yapılmasıdır. Meritokrasinin etkin olduğu yönetimlerde vasatlıktan da söz etmek zorlaşır çünü bu yönetimde yeteneklilerin güçlü ve etkili olması beklenir.

“Meritokrasinin Yükselişi” hiciv kitabının yazarı Michael Dunlop Young, “Dünyada ortaya çıkan ekonomik eşitsizliğin ve kaosun tek nedeni yönetim kadrosunda görev alan kişilerin başarıya ve yeteneklerine göre değil oy çokluğuna göre seçilmesidir” der. Meritokrasi kavramı biraz daha farklı ve daha derin bir konu olduğundan burada sadece liyakat sistemi ile ilişkilendirilmek üzere yüzeysel bir seviyede bırakılmıştır.

Dücane Cündioğlu bir söyleşisinde, yönetilecek unsurlar çoğaldığı veya büyüdüğü zaman,örneğin büyük bir şirketten veya devlet yönetiminden bahsediyorsak, liyakatın esas alınması gerektiğini söyler. Liyakatın esas alınmadığı ve önemli  işlere yetenekli profesyonellerin değil ,sadık aile ve tanıdıkların atandığı büyük şirketlerde sadakatin bir yıkıma bile sebep olabileceğini vurgular. Kamu yönetimi ve devlet yönetimi tarafına baktığımız zaman ise, yeteneği olmamasına rağmen devlet mekanizmalarında yer alıp, işlerin sistemli bir şekilde yapılamamasına veya  hantallığa sebep olan yapının yani sistemsizliğin sebebinin büyük ölçüde  liyakat eksikliğinden kaynaklandığını ve böyle bir yapıda üstteki idarecilerin daha çok çalışması, herşeyi daha çok kontrol etmesi gerekliliğini ortaya çıkardığını belirtir.

Sadakat sistemsel değil duygusal, duygulara yönelik bir kavramdır. Zarar verme potansiyeline rağmen sadakatin neden bu kadar güçlü olarak bir yerde durduğunu bazen anlayamayabiliriz çünkü elimizde statik veya sistemsel bir açıklama yoktur , tamamen duygular ve güdüler öne çıkmaktadır.  İşte tam da bu noktada  insan evladının  duygulardan oluşan ve duygularıyla hareket eden bir varlık olduğunu  hatırlamak gerekebilir. Öte yandan liyakat, duygulardan çok sistemsel bir kavram olduğundan sürdürülebilir olması için doğru bir altyapıda çalıştırıldığı zaman kişilerin duygularından bağımsız olarak niyet olduğu sürece sürdürülebilir bir şekilde devam etmesi mümkün görünmektedir. Burada soru ne aradığınızdır; aradığınız sistem mi? sistemsizlik mi?

Belki de artık hep olumsuz anlamlar yüklediğimiz sadakat kavramını, doğruya ve ortak akıla yönlendirmek için  mücadeleye başlamak ve bugüne kadar hep birbirinin karşısında durmuş liyakat ve sadakat kavramlarını birbirinin içine geçirerek, liyakatlı sistemlerin devam edebilmesine yönelik bir sadakat yaratmak olarak düşünmeye başlayabiliriz.